Ocak’ta Bodrum :)

Ocak’ta Bodrum çok pis, dediler. Yağmur, çamur, fırtına… Hah, dedim, süper! 😀 Fırsat bu fırsat, tastamam tanışalım işte. Güneşlenmek değil ki amacım bu kez; her mevsimini görüp daha yakından tanımak niyetindeyken, şimdi gelmeyip de ne zaman geleceğim? Yazını, güzünü gözleri-kalpcikli-emoji koyarak tanımlayan bende kredisi var bir kere, yağmur gözümü korkutacaksa az daha büyük adımımı atmadan korkutsun…
Şakır şakır bir yağmur eşliğinde de indi uçak nitekim. Gerisi yine gün gün, detay detay aşağıda…

Gün 1 (12.Ocak.2017, Perşembe)

Burada yaşayan bloggerların bir kısmının favorisi olan Atlas Jet’i deniyorum bu kez giderken. 11:00 uçağı için hiç rötarsız uçaktayız, haydi bakalım! Alan trafiğinden dolayı az bir şey beklemiş olabiliriz (telefonu kapattığımdan farkına varmıyorum) ama öyle off poff dedirtecek bir bekleyiş değil. Sempatik pilot da hava şartları dolayısıyla yaşanabilecek türbülans konusunda pek bir rahat hissettirince Kasım ayındaki inişte yaşanan “amaney ölüyoruz galiba” travmamı sakince atlatıyorum 🙂 Uçak durmadan bir de anons yapılıyor; otogara, Bitez’e, Turgutreis’e ve Bodrum’un çeşitli başka yerlerine ücretsiz servis varmış. Bu Atlas Jet’i sık kullanılanlara ekleyeceğim galiba hmhmhmmm.

Şanslı böcük ben; otogara girdiğimiz sıralar yağmur durmaya yüz tutuyor, 8-10 dakika yürüme mesafesindeki otelime vardığımda tamamen duruyor.

Yerler ıslakmış, pehh, yine tatlı tatlı kalbimi attırıyor işte Bodrum 🙂 Evet, her şehrin bir enerjisi var!……
img_6567

Otel yine Kasım’daki göz ağrım Gözen Butik Hotel. Yeri ilkbahar, sonbahar & kış için süper; barlar sokağında, Yunuslar Karadeniz Pastanesi’nin çapraz karşısında (evet, gece tatlı krizine girilmesi durumunda mühim detay 😛 ). 10 odası var toplamda. Güvende, temiz, huzurlu hissettim geçen sefer ve yine o üç hissi isteyince garantici takılıp başka otel denemek istemiyorum. Asansör de süper bonus. Hayır, hiç o kadar hımbıl bir tip değilim de, dönüşte yine kesin bir ton çakıl da o bavula gireceği için asansör konusu önemli detay oluveriyor. (Dipnot: O çok güvendiğim asansör bozulunca son gün bavul komşu esnaf bir erkeğin güçlü kolları ile merdivenlerden iniyor aşağı 😛 ) Otelin bence tek negatif yönü: sokak tarafındaki odalarda kalırsanız gürültüye hazır olmanız gerekiyor. Geçen sefer süper romantik deniz manzaralı odasında kalmıştım, o tarafta gürültü hissedilmiyor. Bu kez sokak tarafında kalıyorum. Doğrusu mevsimden dolayı çok rahatsız edici bir durum yok, hatta son geceye kadar sanırım baygın mı düşüyorum nedir, hiç bir ses hatırlamıyorum uykuya dalarken, ama son gece (garip bir şekilde bir Pazartesi) gece 1:30’da “bu cıstak cıstak müzik hangi bardan geliyor yahuuuu” diyerek dalıyorum uykuya…

Otele yerleşirken gelen aşerme hissiyle bavulu boşaltıp kendimi dışarı atıyorum. Patlıcan musakkaya aşeriyorum! 😀 Hayır, hep yediğim, onsuz olamadığım, en favori yemeğim falan değil, ama baya baya aşeriyorum işte. İlk öğünüm son bir porsiyon kalan patlıcan musakka ile Kasım’daki keşfim Nazik Ana Ev Yemekleri’nde oluyor. Patlıcan musakka-pilav-yoğurt üçlüsü yine 10 TL, daimi promosyon galiba o; soda için 5 TL o dengeye uydu mu bilemiyorum ama tertemiz ve lezzetli yine.
img_6559

Sonrasında istikamet Cafe del Mar
img_6572

Kahve sonrası kendimi çakılların üzerine doğru atıp Kumbahçe tarafına yöneliyorum. Tesadüf evden çıkmak üzere iken yakaladığım arkadaşım Şule ile Migros’a kadar beraber yürüyüp iki laklak yapıyoruz (Deniz sağınızda kalacak şekilde sahilden yürüyüp Kos’a kalkan feribotların limanını gördüğünüzde, iki adım daha ilerleyin, Migros orada ). Migros sonrası Giritli Teyze’nin Yeri’nin önündeki çakıllar benim hedef. Daha önce limanı geçmemiştim bir de, az ilerleyeyim istiyorum.

Giritli Teyze’nin önü çakıl açısından bir Yalıçiftlik olmasa da, fena olmayan bir kısım taş poşete atılıyor 😉
img_6625

Aşağıdaki de, iki adım daha ilerleyince karşılaşıp, “Paşatarlası’na kadar ilk yürümemdi, bence ilk karşılaşma olunca heyecanlandı” diyerek havalı havalı instagrama koyduğum dalga; havasına burada devam etsin 😛
img_6599

Sahilden çok yerde kopmayarak, taşların üzerinde cangıl cungul yürüyerek (acayip bir meditasyon bence bu!) otele dönüyorum.
img_6602

Taşlar odaya, telefon şarja.. kısa kalıp bilgisayarımla çıkıyorum bu kez.

Geçen sefer Mert’in tavsiyesi üzerine bir kez uğrayıp çok da konsantre olamadığım ama aslında pek bir hoş görünmüş olan Churchill’de alıyorum soluğu. İnternet, priz ve manzara istiyorum, diyorum 😀 Üçü bir arada varmış, hemen oturuyorum! Nefis gün batımına karşı bir kadeh şarabımı önüme alıp, açıyorum bilgisayarımı…
img_7103
Mekan tatlı, yediğim içtiğim özenli, çalışanlar da, sahibi de güzel enerjili olunca aralarda tekrar gelmek üzere yıldız koyuyorum isminin yanına.

Saat 22:00 gibi otele dönerken sokaklar biraz boş…
img_6648

“Aman da ne kadar şanslı günümdeyim laaalalalalaaaaa” durumum bir yere kadarmış, gece odaya gelince, beni kışın Bodrum’da zorlaması en muhtemel konuyu keşfediyorum: ısınma! Bir klimanın tüm gün ısınmamış bir odayı ısıtması zaten zaman alabilirken, leyla ben kumanda ayarında bir terslik olduğunu da fark etmeyip bir süre çalışmayan klima eşliğinde , telefonda “kelimelik” oynamaya dalıp, kuş gibi bekliyorum montla. O sırada masa üstü apliğin çalışmadığını fark ediyorum, resepsiyondaki çocuğa bir alo, bakıyoruz beraber, hayır ampulden değil sorun, e ben çalışacağım orada, boş oda var mı, var, e geçeyim haydi uğraşmayalım, kem küm ben yapamıyorum”. Lamba çalışmıyor, oda buz, yan tarafta boş oda var ve sen o panik suratla bir şey yapamıyorsun? Teheeeyyyy, sen misin bunu diyen??. Paralize etmez miyim ben seni çocuk, üşüyorum zaten 😀 Gözle ve iki sözle insan delinebiliyormuş, onu deneyimletiyorum “kıl ben” çocuğa. Klima ayarını hallettikten sonra odanın soyunulabilir kıvama gelmesi sabahı bulmasın diye bir de elektrikli radyatör getirtiyorum. Hayır, bir de evi hamam gibi seven bir model de değilim güya ama o üşüme hissi bir kez gelince gidemiyor galiba işte.  Neyse, ben ev bakarken her odası 5 klimalı bakarım artık türünde kararlara bile giriyorum gece gece (kaç yıllık mimar olarak değil tabi o karar tahmin edilebileceği üzere, 5 istiyor o gece içimden çıkan gıcık kadın işte  :D)))

Gün 2 (13.Ocak.2017, Cuma)

Günaydın Ayşeeeee! 😀 Ayşe, resepsiyonda konumlanıp oteldeki her şeyinizi çözen becerikli insan. Geçen seferden seviyorum. Sizin çocuğu paralize ettim gece, deyip sırıtıyorum önce. Benim paralize etme potansiyelimi bilmiyor ama çocuğu bildiğinden galiba, o da sırıtıyor. Konuyu aktarıyorum kısaca. Öğlen siz dönmüş olduğunuzda çözülmüş olur, diyor, detaya gerek yok, oh 🙂

Kahvaltım masaya gelirken ben nefis manzaralı terasa çıkıp gözlerimi gülümsetiyorum…
img_6651

10:00’da otogardan Yalıçiftlik’e doğru koyuluyoruz yola dolmuşla. Yolda Kızılağaç’ta oturan teyzeyle sohbet ediyoruz. 20 senedir buradalarmış, Konacık’da etüt merkezinde çalışıyormuş, teyze dediğime bakmayın, tipi teyze olan tatlılardan, Çorum’lu imişler aslen, iki çocuğu var, kızı 24 yaşında, oğlu da Eskişehir’de iktisat okuyor. Ay niye mi anlatıyorum? Ne bileyim, siz de girin olaya isteyiverdim birden :))) 15 dakika sonra teyzeyi indirdiğimiz yerde araç arıza yapınca, diğer araç gelene kadar (yarım saat kadar), etraftaki soba dükkanı olsun, tüpçü olsun, inceliyorum da inceliyorum 😀 Bir de tabela var; Kızılağaç, rakım 102. Hayatta unutmam artık onu, zira yarım saat içerisinde en çok onunla kesişiyor gözlerim! 🙂

11:00 gibi Yalıçiftlik’teyiz. Ve hiçbir tesis yok diye (sanırım son zamanlardaki tecavüz vakalarından ve  paranoyak bir İstanbul yaşayanı olmamın da etkisiyle) “tırsa tırsa” iniyorum çakıl taşı sahilime.
img_6656

Tırsıyorsam ne geliyorum, değil mi? Yok, içimde kalır. O iç, daha neler neler yaptı sırf “yapmazsa çatlar” diye, bunu mu yapmayacak?… Pembe panter edasıyla sağıma soluma bakarak yürüyorum, ileride bir tır ve bir iş makinesi görüyorum, bir yanım “oh” diyor, “çalışan insan, birileri gelirse beni korurlar yihu”. Diğer yanım “ula bıdık, ne biliyorsun onların potansiyel tecavüzcün olmadıklarını” diyor. Nitekim arada birileri gelip bakıyor meraktan,  ben anında İstanbul ile online moda geçiyorum o yaklaşma anlarında, Nilay ve Müge ikilisi ile kahve sohbeti eşliğinde (kahve onların önünde tabi 😛 ) taş ayıklıyorum :)) Yaklaşık 45 dakika tarama sonrasında kahkaha-korku karışık senaryolar üretirken, artık gitmeye karar veriyorum. Bu her-an-tecavüz-edilebilirim stresi çok yorucu. Az yukarıdaki otobüs durağına çıkıyorum, dolmuş gelmek bilemiyor ama olsun en azından ana yol ve beş dakikaya bir araç geçiyor.

Biz hala Nilay-Müge ikilisiyle sohbette iken yaklaşık 20 dakika sonra bir bakıyorum ilerideki tırdan biri çıkıyor. A-ha, diyorum Nilay’a, biri bana doğru geliyor. Biraz yaklaşınca elindekini farkediyorum. Kenarından sarı Lipton yazısı sarkan bardak ile uzaktaki tır şoförü. Yurdum insanı, beni uzaktan soğukta dikilip dururken görünce çayı getirmiş, hemen sonrasında iyi günler deyip gülümsüyor, arkasını dönüp gidiyor. Ben adamla ilgili tecavüz senaryoları yazıp tırsayım kafamın pis kenarında, o bana çayla gelsin… Garip oluyor içim… Gülümseyen türden garip…

Bu aşağıdaki, Nilay’a lokasyonu anlatmak için yolladığım foto; en sağdaki ana yol, solda alta doğru inen yolun devamındaki tır benim çayın geldiği yer, otobüs durağından az bir şey tır yönünde gidip de sol aşağıya zıplarsanız da tırsarak çakıl taradığım alan var. Durağın iç tarafında ucu gözüken turuncu nesne de, belim falan ağrımasın diye çakıl taşları için benimle Yalıçiftlik’e gelmiş olan minik bavulum 🙂
img_6662

Çay yarısına gelmeden otobüs geliyor (bence o da dolmuş boyut itibarıyla ama içinde öğreniyorum, otobüs imiş bu). Fiks saatleri varmış. Gelirken dolmuşa 5 TL verdiğim yol için benden 3 TL alıyor şoför.
Elimde çayı gören ilk yolcu hemen yardım için uzanıyor, bavulu yukarı çıkarıp şoföre parayı ödeyene kadar çayım güvenli ellerde 🙂

Cheers, Bodrum 😉
img_6672

Otele giriyorum ve Bayan Çözüm, Ayşe yeni odamın anahtarını veriyor. Oh, mis bir oda. Bir de sonraki gün konuşma esnasında daha önceden olan bir olayla bağdaştırıp  fark ediyor  ki o ilk odanın klimasında bir sorun var, bu yeni oda hamam gibi oluveriyor anında. Hem de apaydınlık! Yılbaşı ağacı gibi yakıyorum tüm ışıkları ilk gece valla 😛

14:30’da Şule ile buluşulacak La Pasion’da, öncesinde güneşin verdiği enerjiyle kendimi yürüyüş vs için dışarı atıyorum. İstanbul’da aylardır Hillside’ı ekip duran ben, marinadaki belediye aletlerinde bir ileri, bir geri :))
bodrummarinasporrrr

Sokaklarda bu ay kapalı olan bir dolu mağaza var ama şükür arada açık olanlar da var ve “yaşam devam ediyor” hissine yetiyorlar benim için.
img_6703

La Pasion tüm zarafetiyle yine yıkıluyor. Öğlen menüsü bugün tatlı patatesli çorba, portakallı risotto ve tatlı; yine klasik öğlen menüleri 19 TL ve yine hepsi birbirinden lezzetli!
img_7112
Bu sefer yine denk getiremiyorum ama bir dahaki Bodrum ziyaretimde bir akşam da aylar öncesinden Mert’in “kesin denemelisin!” dediği “tapas & sangria” için gelinecek La Pasion’a; aklımın lezzet köşesine büyük harflerle not ediyorum!  🙂

Yemek sonrası hedefimde Paşatarlası’nın da ilerisine yürümek var. Google Maps’de Kayıkhane Plajı diye yazan yere yaklaşıyorum yukarı ana yoldan, 5’li bir köpek çetesi görünce vazgeçiyorum sahile inmekten. Tek dolaşan tüm köpeklerle aram süper burada; elimde mütemadiyen ufak bir poşetle yürüyüp aralarda beğendiğim çakılları o poşete ata ata ilerlediğim için, önce bir yaklaşıp kokluyorlar, poşettekinin işlerine yaramayacağını anlayınca benimle ileri geri yürümeye başlıyorlar. Ama beş-altı tanesi birleşip havladıklarında direk vın moduna giriyorum. Daha o kadar samimi değiliz sonuçta, o grup halindeki “hav” ürkütüyor :S

Cafe del Mar’da çay ile batırıyorum günü bugün…
bfgs5633

Sandviç ve kahve alıp otele dönüyorum. Bilgisayardaki işlerimi halletmek amaç ama sonra daha öncelikli olan taş yıkama olayına giriyorum, işe yaramayacaklar varsa ikinci elemeden geçiyorlar yıkanıp, kurutulup, ayıklanıp. Bir elimde kahve, bir göz de Kiralık Aşk’la kikirdemede 😛 Hepsini yıkayıp ayıklamayı bitirip yatıyorum, oh aferin bana 😀

Gün 3 (14.Ocak.2017, Cumartesi)

Kahvaltı sonrası ilk hedefim Marina arka sokakları bugün.
img_6796

Bilmediğim sokaklara da gire çıka Oasis’e kadar yürüyorum tepeye çıkınca.
oasis-bodrum

AVM’de takılmaya gelmedim, maksat keşif idi olunca Tchibo’dan kahvemi alıp çıkıyorum. Yolun karşısından dolmuşa biniyorum. Marina ortaları hizası bir yerde tepede (ana yolda) iniyorum. 5 dakika sonra bilgisayarımla Marina Starbucks’ın terasına kuruluyorum.
img_6834r

Çakıl taşlarıma, web sitesi yapmaya koyuluyorum; vaktiniz olursa buyrun: www.stonzie.com 🙂

Dönüşte marinadan denize doğru bakıyorum, “fırtına ile pırıl pırıl güneş burada nasıl iç içe yaşıyor”un gökyüzündeki resmi…
img_6845r

Bu akşam yemek Arka’da. Defne ile pizza & şarap & sohbet vakti 🙂 İç kısmında ilk defa oturuyorum. Renkler, dokular sıcacık hissettiriyor…
img_7184

Kahve-tatlı bölümü için istikamet Churchill.
churchill-2-gezidil

Canı gece hayatı çeken için: Kule Bar‘dan yine güzel müzik sesleri geliyordu önünden geçerken, Körfez de açık-ama-değil hisli bir sessizlikte idi 🙂

Gün 4 (15.Ocak.2017, Pazar)

Sabah yağmurla başlıyor gün ama ben kahvaltı edip otelden çıkana kadar sağ olsun duruyor 🙂 Bodrum’a gelmeden önce 1 gün hariç her gün ful yağmurlu gibi gözüküyordu ama henüz şemsiye açmadım, diye gülümsüyorum çıkarken. Sahilde yine çakılların üzerinde cangıl cungul sabah yürüyüşümü yapıyorum, Paşatarlası’na kadar gidip dönüyorum. Yine 3-5 çakıl atılıyor poşete 😉

Bu öğleden sonra çalışma mekanım, otelle kale arasındaki diğer Starbucks. Geçici Stonzie sayfası tamamlanıyor, oley 🙂
img_6902
Ben kendimi rüzgardan korumak için sırtımı duvara verip kaleye doğru oturduğumdan fotoğrafımda hemen önümüzdeki deniz görünememiş; bilmeyenler için, denizin hemen üzerinde, mis manzaralı olan Starbucks bu.

Akşamüstü Marina Yacht Club’a kadar yürüyüp o tarafın nabzını kontrol ediyorum. Oradaki Starbucks ve Musto hafta sonu akşamüstüsünün en tercih edilen yerleri şeklinde tespitimi yazıyorum kenara.

Akşam yemek Berk Balık’ta. Kasım ayında bir akşam niyetlenip yer bulamamıştık, bu sefer es geçmeyeyim diyorum. İnce kıyılmış ve soğansız olarak istediğim salata, iri iri doğranmış ve bol soğanlı olarak geliyor ama olsun 🙂 Garson çocuğa “a bu benim soğansız salata galiba?” deyip sırıtıyorum ama değiştirtmiyorum, birkaç soğan yiyesim geliyor birden-zaten akşam kimseyi öpme ya da tıkış tıkış bir gece kulübünde dip dibe dans etme durumum yook 🙂 Bardak kokuyor diye onu değiştirtiyorum ama. Çocuk çabalıyor diye gülümseyip duruyorum ona ama bardaktan mıdır nedir, çok haz edemiyorum bu sefer buradan.
berkbalik-bodrum-gezidil

Bugün yine erkenciyim, 20:00 gibi otele dönüyorum.  Yeni toplanan taşların banyosu var bu akşam da, bir yandan TV’de dizi açık.
Reklam arasında Yunuslar‘da tatlı seçmeye gidiyorum. İtalyan tiramisu tatlı krizimi halledecek tamam da, yemekte yenen soğan feci halde çay istetiyor canımı.  Otel cafesi gece kapalı, burada da plastik/karton bardakları yokmuş, e n’apacağız bühü? Çaysız kalmama gönülleri razı olmuyor ve dolduruyorlar çayı porselene, sokakta elimde fincanla otele geçiyorum tin tin 🙂 Bodrum kışında insanlar da daha bir tatlı işte yaa, diye gülümseyerek…
Alıyorum tatlımı, çayımı önüme ve Bodrum’da “Bodrum Masalı” izlemeye devam! 😀
bodrumdabodrummasali-gezidil

Gün 5 (16.Ocak.2017, Pazartesi)

Annemin arkadaşının Bodrum’a taşınan oğlu Hakan’la konuşuldu dün (algımı bu yöne çevirdim çevireli fark ediyorum ki son yıllarda İstanbul’dan Bodrum’a göç ivme kazanmış durumda 😀 ); tavsiyesi üzerine bu sabah Yahşi’yi görmek hedefim var. Sabah 6:30’da fecaat bir şimşek-yağmur gürültüsü ile uyanıp da merkez dışına çıkma fikrimden vazgeçmemiş olmam için önce kendimi bir kutluyorum :)) Bu konudaki kararlılığımı gören hava da kahvaltı sonrası ani bir dönüşle bana destek oluyor, heeee yooooo 🙂 9:55 otogardan çıkıyoruz dolmuşla. 30-40 dakikalık bir yol. Dönüşte her 8-10 dakikada araç geçer, diyor şoför; e süpermiş. Hakan’ın tavsiyesiyle aldığım notu iletiyorum şoföre. “Kefe Beach’de ineceğim”. Her şeyi hemen düzelteyim modunda ukala bir İstanbul’lu olmadığından aslen “Kefi Beach” olan yer için hiç bir uyarıda bulunmuyor kibar şoför 😛
İniyorum Kefi’de ve hop hemen sahile!
yahsi-gezidil

Hava kapalı, tamam, ama bana yürüyüş müsadesi olarak yağmur yok an tibarıyla, daha ne isterim?! 🙂 Bir de çakıllar! Yaklaşık 1 saat ileri geri yürüyorum sahilde. Sıra sıra tesislerden tek tük açık olan var, onların da açık olduğunu içerideki açık bir lambadan ya da tesadüfen gördüğüm insan kıpırtısından anlıyorum. Sahilde korkmadan yürümeme de sebep bu tek tük görüntüler zaten.
img_6983r

Tamam, biraz fazla esiyor olabilir 😛
wmex5246-9

Kefi Beach’in cafesine girmeye karar verirken yağmur da ufak ufak sinyale başlıyor. Restaurant kısmı kışın sadece Cuma-Pazar üç gün açık imiş ama bar açıkmış hafta içi, içecek olayım tamam. Türk kahvesi ile başlıyorum. Ben kahvemi yudumlarken de olay aşağıdaki hali alıyor 😀
img_7062r

Soba başında yağmurun dinmesini bekliyoruz tatlı tatlı Kefi, Toby ve Melody ile 🙂
kefibeachcafe-gezidil

Benden başka üç çalışan var sadece cafede. İki genç servis elemanı, bir de yaşça daha büyük, mekana sahip çıkan Cem Bey. Gençlerden biri İstanbul sevgisini anlatıyor, burada aradığım hiç bir şeyi bulamıyorum, diyor. Neyi bulamıyorsun mesela, diyorum. Kıyafet falan olarak, diyor. Belli ki İstanbul yakalamış onu bir yerinden, yoksa burada da çok mağaza mevcuut… Yağmur duracak gibi olmayınca, Cem Bey “zaten bankaya gidecektim, Ortakent ya da Midtown’a bırakayım sizi, oradan daha rahat binersiniz” diyor. Onun da eşi Adana’lı imiş. Biraz da o anlatmaya başlıyor. Zaten yağmur biraz daha uzayıp ben çıkamazsam, herkesin tüm hayat hikayesini dinlemiş olacağım :)) Ben Turgutreis’den konuyu açınca, müsademi alıp oradan dolaştırarak bırakıyor beni Midtown’a. Turgutreis araba ve insan dolu ama ben gibi hissettirmiyor nedense. Emekli yeri, diye çok duyum aldım diyedir belki? 😛 Zaten Bodrum merkez içime sinmişken buralara sadece meraklı bir kaşif moduyla bakıyorum sadece. Hem şimdi şöyle bir durum da var, kışın & güzün merkeze bir dolu gidip gelen arkadaşım oluyor, İstanbul’da 2-3 ayda bir kahve için buluştuğum bir arkadaşımla Bodrum merkezde olursam yine aynı şekilde buluşabilirim ve bu his aslında dost sohbetinden çok uzak olmak istemeyen ben için çok rahatlatıcı bir his…

Midtown, Ortakent yolu üzerinde bir alışveriş merkezi. Tatil için geldiğimde AVM’ler ilgi alanım olmadığından herhalde, hiç farkına varmamışım daha önce. 2011’de açılmış. Burada yaşayacaksam barındırdıklarını bilmek iyi olur diye hemen gözümle tarıyorum: Starbucks, Boyner, Komşu Fırın ve bir dolu başka bildik marka ile gıcır gıcır, derli toplu, standart bir AVM kendisi.

midtown-bodrum
* Bu iki fotoğraf Midtown internet sitesinden. Kendim çekmeyi atlamışım, görsel bilgi eksik kalmasın, dedim 🙂

İçindeki Bursa Kebap Evi‘nde öğle yemeğimi yiyip öyle dönüyorum merkeze. İskender yıkılıyor!..

Merkeze giden dolmuş/otobüs için ana yolun karşısına geçiyorsunuz. Işık falan aramayın, sağınıza solunuza bakıp, kaptırıp geçiyorsunuz.

Gün 6 (17.Ocak.2017, Salı)

Kahvaltı sonrası hedefimde Zeki Müren Müzesi var. Yağmur da müsade edince kısa & tatlı bir yürüyüş sonrası müzedeyim.
img_7122

Giriş 5 TL; Müzekart (+) sahiplerine ücretsiz. Kışın saat 9:00-17:00 arası açık. Pazartesi kapalı.

Hayatının son yıllarını Bodrum’da geçiren Zeki Müren’in yaşadığı ve 2000 yılında müzeye çevrilen ev…

Hayat hikayesini okuyarak başlıyorum gezmeye. Giriş holündeki dev posterine bakarken hala yaşıyormuş gibi hissediyorum nedense… 🙂
img_7145

Sağlığında kullandığı alt kat onun kullandığı şekliyle dekore edilmiş; üst kat kullandığı kostümlerin, ayakkabıların, kendi yaptığı tabloların, ödüllerinin, plaklarının vs sergilendiği teşhir alanı olarak düzenlenmiş.
zekimurenmuzesi-gezidil

Bahçede de heykeli ve cam sergi alanı içerisinde otomobili var.
zekimurenmuzesi3-gezidil

Müze çıkışında Marina tarafına doğru yürümeye başlıyorum. İki fırtına arası pırıl pırıl gökyüzüyle beni kocamaan gülümseten havaya bir teşekkür! 🙂
img_7171

İlk kahve-çay molam Marina’da bugün, Musto‘ya kuruluyorum bilgisayarımla.
img_7177

Yemeğini yemiş & oyun aranıyormuş, diye bilgisi gelen ufaklığı, kabloyu sallayarak biraz oyalayıp “Ocak’ta Bodrum” yazıma dönüyorum…
img_7174

Otele dönerken artık açılıyor şemsiye. Şakır şukur yağmur 🙂

Check-out sonrası hemen alttaki Gözen Cafe‘ye oturuyorum (yine bilgisayarımla pek tabi).
img_7194
Güzel havada terası çok keyifli idi buranın ama içerisinde kayda değer bir durum yok.

Akşam dönüş THY ile. Ama Atlas Jet kesinlikle tekrar kullanılacak diye not düşülüyor aklımın pırıl bir köşesine 🙂

Dönerken ağırlaşacağız diye bileti business alıyorum paşa paşa. Turuncu ile lounge’a kurulup dekorasyonunu çekiştiriyoruz – ben günün yüzbeşmilyonuncu kahvesini içerken. Beton zemin çok seviyoruz ikimiz de ama arada bir iki minik sıcak renk olunca daha çok, deyip çekiyorum Turuncu’yu gözümün önüne  😛
img_7202

Ve ding dong. Vakit geliyor.
Bir dahaki sefere kadar bye bye Bodrum……..
img_7206

* “Kasım’da Bodrum” yazımı okumadıysanız, tıklayın lütfen! 🙂

“Ocak’ta Bodrum :)” için 8 yorum

  1. İdilcimm❤️ bu kadar mı güzel anlatılır? Yazan İdil olunca evet😀 Şahane detaylar, çok kişiye klavuz olacağına eminim😉 Nilay-Müge ikilisi olarak online görüşmelerimize hala gülüyoruz😂

    Liked by 1 kişi

  2. Karrdeşim… İşimiz gücümüz var yaa… Bu yazılar bi tuttumu bitirene kadar bırakmıyor … Nefes nefese okuyoruz… E buda kondisyon gerektiriyor tabii.. Beş taş oynar gibi kelimelerle oynarken bizde kendimizi oyunun içinde buluveriyoruz… Nedir bu Gezidil den çektiğimiz… Şimdi cama otur bekleki , öbür sayı gelsin… Bi taraftan da tebrik edicez ama yerinde durmuyor… Ara ki bulasın… Oooff of…….

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın